9 Temmuz 2013 Salı

Devletin Şefkatli Eli

Kimliklerin en kozmopolit yaşandığı Cihangir’de büyüdüm…
Nefreti hiç tanımadım büyürken…kimsenin kimliklerine, yaşam tarzına, kökenine göre ayrılışını yaşamadım. Tam tersine, çeşitliliğin mutluluğu ve zenginliğiyle büyüdüm.

Ama gene burada, devletin kendi halkına sevgi duymadığını öğreniyordum büyürken.. Onları 
şu ve bu diye devamlı ayrıştırdığını,  düşüneni, karşı çıkanı istemediğini, ev baskınlarını, usulsüz gözaltılarını…sessiz dillerle anlatılan gözyaşlarıyla dinlenen işkenceleri duyuyordum..

Ve  Cihangir’de, çocuk denecek yaşımda, devletin kendi halkına nefretini yaşadım…
Kanlı 1 Mayıs 1977 de halkın üzerine açılan ateşi, panzerlerin halkın üzerine yürüyüşünü, panik içinde Kazancı Yokuşu’ndan aşağı kaçıp kurtulmaya çalışırken birbirlerini ezenleri, çaresiz bir korkuyla evimizin önünden kaçanlari gördüm… Bu nefretin, çocukluk arkadaşımın gencecik, narin ablasını Kazancı Yokuşu'nda yok edişini gördüm… Ve o zaman da sorumluların sorumluluk almadığını, suçlu hiç kimsenin yakalanmadığını, tam tersine korunup kollandığını, akıl almaz aymazlığı gördüm.. Çok gençtim, geleceğe güvenle bakmak istediğim çağda, ilk o yaşımda, devletin, polisin gücünden korktum...

Zor yıllardı 70 li yıllar. Sağ ve sol diye keskin bir çizgiyle ayrıştırılmıştı gençlik.
Öylesine tırmandırılmıştı ki nefret, herkes tarafını seçmek zorundaydı bir şekilde… Çok canlar yandı, çok ailenin ciğerleri dağlandı.
Ve devletin bu nefreti nasıl körüklediğini, bu nefretten nasıl beslendiğini gördüm… Kendi insanlarının arasına nasıl kışkırtıcıları soktuğunu, olayları tırmandırdığını..

12 Eylül darbesindeki cadı avını, nefretin korkunç yüzünü kaçıncı kere yeniden gördüm. 17 yasındaki bir çocuk için „asmayalım da besleyelim mi“ diyen vahşi nefreti…

Okumak için Viyana’ya geldikten sonra, ülkenin batısının hiç tanımadığı başka bir nefreti tanıdım. Basının hiç bir sayfasında yer vermediği doğu gerçeğine Viyana’ya geldikten sonra aşina olmaya başladım. Devlet ülkenin doğusundan da nefret ediyordu. Bu sefer nefret tohumları Türk-Kürt ayrımcılığında filizleniyordu. Ve gene binlerce ailenin yüreğini yaktı bu nefret…

Nihayet, kapalı-açık, türbanlı-türbansız, laik-antilaik cephelendirmesi..bu kışkırtmalar üzerinden kazanılan „başarılar“.. Yıllar geçse silinemiyecek en korkunç tarihlerden 2 Temmuz 1993… Nefretin vardığı son nokta… İnsanların canlı canlı ateşe verilmesini kışkırtmak, onaylamak…

Devletin „şefkatli elini“ hep üzerinde hissetti bu ülke…

Ama bu seferki biraz daha agir sanki… Bu sefer, sağcı-solcu, Türk-Kürt, açık-kapalı, ayrımcılığının ötesinde..ya biat edensin ya etmeyen diye ilk defa ayrılıyor Türkiye… İlk defa devlet, ya bendensin ya değilsin diyor..

İnsanların canlı canlı ölüme terk edilişinin zaman aşımından düşmesine „hayırlı olsun diyebiliyor…

Polisin şiddeti yeni bir olay değil Türkiye’de, göstericilerin dövülüp tartaklanması, gözaltında taciz her dönem acısı, en büyük utançlarından Türkiye’nin… 
Ama çoluk çocuk, kadın, yaşlı, engelli  demeden uygulanan bu şiddetin, bu zulmün, bu zulümle ölen gencecik canların, kaybedilen organların „destan“ olarak adlandırılması bir ilk..

Sokağa çıkma yasaklarını da yaşadık ama insanlara yaşadıkları şehirlerin toptan yasaklanması bir ilk…
Sevgiye, mizaha,sanata, şarkılı türkülü gösteriye tahammülsüzlük bir ilk..
Piyanodan bile korkup tutuklamak bir ilk…

Provokatörlerin nasıl halk yığınlarını birbirine kırdırmak için programlanıp ortaya salındığını gördük ama devletin bizzat aleni provokatörlük yaptığını ilk kez..

Biat etmeyenler için ilk defa bir hapishane kuruldu bu ülkede..Adaletin, hukukun yolunun düşmediği uzaklara bir yere…
Biat etmeyenlere, şiddetin dozunun yetmemesi, daha fazla gaz, daha fazla biber gazi, daha fazla polis donanımı, hatta polis gücünü dahi yeterli bulmayıp, eli palalı, döner bıçaklı vahşilere yolları açmak nefretin dozunun artık sınır tanımaz boyuta ulaşmış olduğunun göstergesi…

Ve ben merak ediyorum.. Yıllar yılı nefret saçanlar, bu nefrete yataklık edenler, alet olanlar, alkışlayanlar, seyirci kalanlar!
Soruyorum nasıl giriyorsunuz yataklarınıza, nasıl kapanabiliyor gözleriniz huzurla akşamları, nasıl bakabiliyorsunuz aynaya kalkınca, nasıl bakıyorsunuz analarınızın çocuklarınızın yüzüne siz? hala ağzınızın tadı var mı?..oysa acıdır nefretin tadı, hiç mi yakmıyor sizi, hala böylesine rahat gülebiliyorsunuz..

Biliyorum siz daha iyi bilirsiniz dini hepimizden… 
Ramazan, arınma ayıdır, tüm kötülüklerden, nefretten… 

Arınabilir mi ruhlarınız nefretten? Arınabilir mi vicdanınız yüklerinden? Sadece kendinize verebilir misiniz cevabini?






1 Temmuz 2013 Pazartesi

Pardon, tanışıyor muyuz?


Aynı masada saatlerdir oturup da, karşınızdakinin size bir yerlerden tanıdık gelmesi gibi 
bu tanışma…

„Bana hiç yabancı gelmediniz, pardon tanışıyor muyuz?“