27 Şubat 2011 Pazar

Tatil havasindayim


Biz tatil programi yapamayanlardaniz, yani tatile bir ay kala hala daha nereye gidecegimiz belli degildir, ya da bellidir de ama bu sefer gec kaldigimizdan ya ucakta ya otellerde yer bulamayiz ve cogunlukla hep bir spontan tatil programimiz olur ama sonucundan da hep mutlu kaliriz... Gene böyle bir tatil baslangicinda, yasasin tatil deyip ama sabah kahvemizi icerken halen daha  „hmm acaba nereye gitsek“ diye düsünürken attik kendimizi yola. Tabii böyle durumlarda „en yakinda ne var“ secenegi seciliyor. Hirvatistan’a cevirdik rotayi, daha önce hic gitmemistik. 
Rovinj. Gittiniz mi daha önce? Istria’daki en uzun kiyi seridine sahip Rovinj,bence en „fotojenik“ sehirlerden biri;


Ben de mimlenmisim...

„Bende bir miminiz var“… sevgili dolmadakia’nin yorumu böyle basliyordu, yazilarini büyük keyifle takip ettigim birinden yorum almak cok sevindirdi yalniz bu arada acaba ‚mim“ ne olaki dedim. O arastirmis ne oldugunu, bende ondan ögrendim aynen söyle diyor:

"Mimlemek; bir blog yazarinin, herhangi bir konu hakkinda yazi yazip, bu konuyu, sectigi bir ya da birkac blog yazarina gondermesi ve sectigi yazarlarin da ayni konu hakkinda bir yazi yazmalarini istemesidir."

Yasasin bende mimlenmisim dolmadakia tarafindan, iste cevaplarim:

24 Şubat 2011 Perşembe

Ah bitmese...

Ah bitmese..evet aklinizdan bir sürü konu gecmistir bu baslikla ilgili ama, ben haftasonundan bahsediyorum hani  daha cumadan, uzun bir tatile cikiyormus hissiyle baslayan, pazarin ögle saatlerinde de – yaa ne cabuk gecti gene – hayiflanmasiyla  sonuclanan o kisacik iki günden. Sizin icin de kesin öyledir, haftasonlarini ne kadar cesitli ugraslarla ve  keyifli saatlerle doldurarak gecirirsek bir o kadar da  uzun gecmis gibi gelir bize hep… Bunlardan biri de benim icin, hani o hic doymiycakmis gibi hazirlanan, yaysan 3 ögüne sigacak veya cagirsan komsulari da doyuracak, bütün ailenin, sevdiklerimin biraraya geldigi pazar kahvaltilaridir. Evet arada bir, keyifli bir mekanda disarida yapilan kahvaltilari da sevdigimi inkar edemiycem ama gene de en güzeli evde hazirlanan kahvaltilar. Kocaman bir gün önünüzdedir, aksam yemegi gibi birazdan kimse yorgun düsmiycektir, saatlerce masada mutlu sohbetlerde oturulabilir ve hatta daha aksamüstü icin programlar bile yapilabilir. Neden kahvalti bu kadar mutlu eder insani acaba?
Cemal Süreya’nin dedigi gibi;
Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı

20 Şubat 2011 Pazar

Istegim; ask, nese ve keyif

Ne milyonlar, ne bir limuzin,ne Chanel’in mücevherleri ne de Neufchátel’de villa mutlu etmiyor onu..Isabelle Geoffroy, nam-i diger Zaz’dan bahsediyorum. O hava,su kadar aska, neseye ihtiyac duyuyor. Böyle diyor Zaz, harika sesiyle „Je veux“ adli sarkisini Montmartre’da seslendirirken. Edith Piaf’in tahtina oturmaya aday oldugu söyleniyor ama onun dumanli, melodik sesinde melankoliden daha cok hayat sevinci öne cikiyor.

Isabelle Geoffrey müzik kariyerine yirmili yaslarinda adim atiyor. Okul yillarindayken  Bordeaux’da „CIAM“ (Müzikal Informasyon ve aktivite merkezi) da girdigi Blues grubuyla ilk sahne deneyimi baslar, kisa süre sonra da kendini bir bask dans orkestrasiyla turnelerde bulur. Iki sene sonra bir ilan carpar gözüne, „Don Diego vokalist ariyor“ ucarak yanlarinda bulur kendini, onu etkisi altina alacak afrika, arap, endülüs ve latin müziginin ezgileriyle burda tanisir. Daha sonra „ insanin dileyebilecegi en mükemmel seydi o profesyonel grupta bulunmus olabilmem“ dedigi grupla en büyük cikisida geleneksel müzik senligi "Festival Musiques Métisses d'Angoulême"a katilarak yapar.
Ama bir süre sonra, baskentin sesi onu cagirir ve gene bir gazetede gördügü „Güclü sesli vokalist“ ilani ile kendini bir anda Paris’in kabarelerinden birinde hemde haftanin yedi günü, sahnede bulur. Ama buna ragmen, ay sonu zor geldiginden biri gitar digeri kontrabas calan iki müzisyen arkadasiyla Montmartre ziyaretcilerini degisik ve büyüleci sesiyle mutlu etmeye baslar. Onlari birbirine baglayan sadece güzel sarki söyleme aski degil ayni zamanda sinirsizca hertür müzige acik olma tutkularidir;  jazzdan bluesa, fransiz sansonlarindan dünya üzerindeki tüm müzik türlerine uzanan karsilikli etkilisimleri Zaz’in coskulu sesinde hayat bulur.

18 Şubat 2011 Cuma

Bir dogumgünü yazisi

Kovalari tanidiniz mi? hani su sembolünde, elindeki bir kova suyu herkesin üstüne dökmeye calisan adam olan burcu…ben taniyorum, hem de en gercegini, hani „öz“ kova deninden cinsini…benim hayattaki en degerli yol göstericim annem. Gecen gün dogumgünüydü.

Özeldir kovalar, astrolog degilim ama, sanirim yükselen yildizlariyla tutmayan  ortakliklari yüzünden olsa gerek (ki bu benim yorumum) „alti delik“, susuz  bazi kovalar oldugunu da söyliyebilirim, onlar yazimin konusu degiller, ben „su dolu Kova“lardan bahsediyorum.
Iyi ki varlar...Onlarin devrimci, özgürlükcü ve ilerici düsünceleri, isyankar asi ve ödün vermez kisilikleriyle birlesince, daha güzele, daha barisci ve özgür yasamaya adanmis cogu hayatlar da bu su döken adamin burcundan cikiyor. Onlar bize, ilerici reformcu düsüncelerinin ugrunda yilmadan verdikleri  ugraslarla toplumda cok seyin degistirilebileceginin inancini veriyorlar. Cünkü o adam aslinda su dökmüyor kovasindan; yasamin bilgi ve deneyim oldugunu bilen, hayat boyu ögrenmeye acik ama bu arada tüm tutucu sosyal kurallara, aliskanliklara eski adetlere sonuna kadar muhalif kovalar, bilgiyi, sagduyuyu, özgürce düsünmeyi, ilkeli olmayi, dürüstlügü saciyor kovasindan bizlere…

12 Şubat 2011 Cumartesi

Her derde deva, lahana

Sanirim siz de, cocuklugunuzda ispanak, havuc, portakalin faydalarini dinleyerek büyümüssünüzdür. Ama herhalde, cok aziniz bizim gibi (ben ve kizkardesim) bütün cocuklugu boyunca lahananin faydalarini dinlemistir. Annemin nefis sofrasinda otururken, ayni zamanda faydali besinler, mutfaktaki tehlikeler, yemek yerken düstügümüz hatalarla ilgili seminer konularina hazirlikli olmalisiniz. Ama kimi konular vardir ki onlar annemin ders programindan hic cikmaz, lahana gibi mesela… Bende cocuklugumdan beri dinledigim ve türlü sekilde soframizda buldugum ve artik benimde sofralarimin vazgecilmezlerinden olan lahanayi sizle paylasayim istedim. (Annem benimle gurur duysun, dersimi ögrendigim icin..)

Iste size lahananin saymakla bitmeyecek faydalarindan bazilari:

Turist olmanin dayanilmaz hafifiligi...

Keyifli seydir su turist olmak..kayboluvermek o hic tanimadiginiz sehrin sokaklarinda, kesfetmek bazen keyifli bir sokagi, bir cafeyi ve yudumlamak o cafede kahvenizi, planlamak bir sonraki kaybolunacak sokagi yorgunlugunuzu atarken…ben bayiliyorum elimde makinam sokak sokak kesfetmeye yeni sehirleri, bazen de yasadigim sehirlerde turist olmak isterim, malum insan en az zamani yasadigi kente ayirir, nasilsa ordadir ya.. gecen hafta sonu Müjde geldi Istanbuldan, arkadasligimiz taa ögrencilik yillarimizdan, Viyana’yi dolastik birlikte yeniden, bizim eski Viyanamizi bulmaya calistik kimi sokaklarda, bazi eski lokallerde, turist gibi fotograflar cektik zamaninda gelisigüzel önünden gectigimiz yerlerde, yalniz bize ait bir zamani yasar gibiydik, turist olmanin dayanilmaz hafifligi ile..

2 Şubat 2011 Çarşamba

Herkese bir bahce diliyorum

Bahceyle, daha da dogrusu birazcik toprakla ugrasmak nasil dinlendiriyor ve mutlu ediyor insani… evet bahce sahibi olmak harika birsey ama sart da degil, cünkü  balkonda, evde herkes kendine ufacik bir bahce yaratabilir.Türkiyedeyken uzun süre sürdügüm bahce keyfini burada Viyana’da balkonlarima tasidim. Özellikle yazin, ne varsa ekiyorum balkondaki saksilarima ama mutfak balkonu tüm baharatlara ait, sabah uyandiginizda mis gibi bir koku karsiliyor sizi..ama tabii bu arada kücük bahcem askina bir saat erken kalkmam gerekiyor, ki  ise gitmeden hepsine tek tek günaydin diyip,sularini verebileyim. Bu is Muskatin da cok hosuna gidiyor sanirim, (ya da her isin icinde olmasi gerektiginden) cünkü elime sulama kabini aldigim anda benimle her bir cicegi tek tek koklayip  dolasiyor..Bu sabah rituali kadar beni güne iyi hazirlayan birsey olamaz, final olarak da,en keyifli an oturup onlarla sabah kahvemi icmek ...mmmhh yaz gelse yeniden ve ben gene balkona tassam..Ama baharatlarima kis molasi yok, nane, kekik, keklikotu, adacayi, biberiye, mercankösk, feslegen  yaz –kis balkonda veya mutfagin bir kösesinde yerlerini koruyorlar. Taze baharatlara bayiliyorum mutfakta,  bana egenin kokusunu getiriyorlar..

1 Şubat 2011 Salı

Muskat hanim ne yapar?

Muskat, kedim, Cihangirdeki evimizden beri bizimle. Onu daha bulmadan koymustum ismini, sevgili köpegim Santayi kaybettikten sonra bir kedim olsun istedim, hayatimin cok mutsuz bir dönemiydi, ve sanki Muskati bulunca hersey birden iyiye gidecek gibi bir his vardi icimde.. ama benim degil onun beni bulacagini düsünüyordum bu arada, öyle de oldu. Bir aksamüstü Senemle miskin ve keyifli Savoy’da otururken kendimi baska bir arkadasimizin evinde onu seyrederken buldum, iste benim kedim ordaydi, Muskat henüz 3 aylik….ve simdi 11 yasinda olgun bir hanim olarak dolaniyor evin icinde..
Bir kedi olmanin tüm ayricaliklarini sonuna kadar kullanir o, hani kadinligin tüm cilvelerini bilen kadinlar gibi..Simariktir, her yemegi begenmez (ama zeytine delirir, tek yaptigi hirsizlik, zeytin hirsizligi, orda kendine hakim olamiyorJ ), begendigi mamayi bile 3 gün arka arkaya  ver surat asar, hala mi ayni menü diye..Kiskanctir, kendinden baska hic bir hayvan evimizde degil sokagimizda barinamaz..Güzeldir (tabii benim icin, siz ayni düsünmeyebilirsiniz) ama o da sanki bunu bilerek dolanir, en azindan endami öyle der..Ilgi istedigi zaman sonuna kadar almasini bilir.. kiskaniyorum bazen onun bu inanilmaz kendine güvenini..