Nefreti
hiç tanımadım büyürken…kimsenin kimliklerine, yaşam tarzına, kökenine göre
ayrılışını yaşamadım. Tam tersine, çeşitliliğin mutluluğu ve zenginliğiyle
büyüdüm.
Ama gene
burada, devletin kendi halkına sevgi duymadığını öğreniyordum büyürken.. Onları
şu ve bu diye devamlı ayrıştırdığını, düşüneni, karşı çıkanı istemediğini, ev baskınlarını, usulsüz
gözaltılarını…sessiz dillerle anlatılan gözyaşlarıyla dinlenen işkenceleri
duyuyordum..
Ve Cihangir’de, çocuk denecek yaşımda, devletin
kendi halkına nefretini yaşadım…
Kanlı 1
Mayıs 1977 de halkın üzerine açılan ateşi, panzerlerin halkın üzerine
yürüyüşünü, panik içinde Kazancı Yokuşu’ndan aşağı kaçıp kurtulmaya
çalışırken birbirlerini ezenleri, çaresiz bir korkuyla evimizin önünden kaçanlari gördüm… Bu nefretin, çocukluk arkadaşımın
gencecik, narin ablasını Kazancı Yokuşu'nda yok edişini gördüm… Ve o zaman da sorumluların sorumluluk almadığını, suçlu hiç kimsenin
yakalanmadığını, tam tersine korunup kollandığını, akıl almaz aymazlığı
gördüm.. Çok gençtim, geleceğe güvenle bakmak istediğim çağda, ilk o yaşımda,
devletin, polisin gücünden korktum...
Zor
yıllardı 70 li yıllar. Sağ ve sol diye keskin bir çizgiyle ayrıştırılmıştı
gençlik.
Öylesine
tırmandırılmıştı ki nefret, herkes tarafını seçmek zorundaydı bir şekilde… Çok
canlar yandı, çok ailenin ciğerleri dağlandı.
Ve
devletin bu nefreti nasıl körüklediğini, bu nefretten nasıl beslendiğini
gördüm… Kendi insanlarının arasına nasıl kışkırtıcıları soktuğunu, olayları
tırmandırdığını..
12 Eylül
darbesindeki cadı avını, nefretin korkunç yüzünü kaçıncı kere yeniden gördüm.
17 yasındaki bir çocuk için „asmayalım da besleyelim mi“ diyen vahşi nefreti…
Okumak
için Viyana’ya geldikten sonra, ülkenin batısının hiç tanımadığı başka bir
nefreti tanıdım. Basının hiç bir sayfasında yer vermediği doğu gerçeğine
Viyana’ya geldikten sonra aşina olmaya başladım. Devlet ülkenin doğusundan da
nefret ediyordu. Bu sefer nefret tohumları Türk-Kürt ayrımcılığında
filizleniyordu. Ve gene binlerce ailenin yüreğini yaktı bu nefret…
Nihayet,
kapalı-açık, türbanlı-türbansız, laik-antilaik cephelendirmesi..bu kışkırtmalar
üzerinden kazanılan „başarılar“.. Yıllar geçse silinemiyecek en korkunç
tarihlerden 2 Temmuz 1993… Nefretin vardığı son nokta… İnsanların canlı canlı
ateşe verilmesini kışkırtmak, onaylamak…
Devletin
„şefkatli elini“ hep üzerinde hissetti bu ülke…
Ama bu
seferki biraz daha agir sanki… Bu sefer, sağcı-solcu, Türk-Kürt, açık-kapalı,
ayrımcılığının ötesinde..ya biat edensin ya etmeyen diye ilk defa ayrılıyor
Türkiye… İlk defa devlet, ya bendensin ya değilsin diyor..
İnsanların
canlı canlı ölüme terk edilişinin zaman aşımından düşmesine „hayırlı olsun
diyebiliyor…
Polisin
şiddeti yeni bir olay değil Türkiye’de, göstericilerin dövülüp tartaklanması,
gözaltında taciz her dönem acısı, en büyük utançlarından Türkiye’nin…
Ama çoluk
çocuk, kadın, yaşlı, engelli demeden
uygulanan bu şiddetin, bu zulmün, bu zulümle ölen gencecik canların, kaybedilen
organların „destan“ olarak adlandırılması bir ilk..
Sokağa
çıkma yasaklarını da yaşadık ama insanlara yaşadıkları şehirlerin toptan
yasaklanması bir ilk…
Sevgiye,
mizaha,sanata, şarkılı türkülü gösteriye tahammülsüzlük bir ilk..
Piyanodan
bile korkup tutuklamak bir ilk…
Provokatörlerin
nasıl halk yığınlarını birbirine kırdırmak için programlanıp ortaya salındığını
gördük ama devletin bizzat aleni provokatörlük yaptığını ilk kez..
Biat
etmeyenler için ilk defa bir hapishane kuruldu bu ülkede..Adaletin, hukukun
yolunun düşmediği uzaklara bir yere…
Biat
etmeyenlere, şiddetin dozunun yetmemesi, daha fazla gaz, daha fazla biber gazi,
daha fazla polis donanımı, hatta polis gücünü dahi yeterli bulmayıp, eli
palalı, döner bıçaklı vahşilere yolları açmak nefretin dozunun artık sınır
tanımaz boyuta ulaşmış olduğunun göstergesi…
Ve ben
merak ediyorum.. Yıllar yılı nefret saçanlar, bu nefrete yataklık edenler,
alet olanlar, alkışlayanlar, seyirci kalanlar!
Soruyorum
nasıl giriyorsunuz yataklarınıza, nasıl kapanabiliyor gözleriniz huzurla
akşamları, nasıl bakabiliyorsunuz aynaya kalkınca, nasıl bakıyorsunuz
analarınızın çocuklarınızın yüzüne siz? hala ağzınızın tadı var mı?..oysa
acıdır nefretin tadı, hiç mi yakmıyor sizi, hala böylesine rahat
gülebiliyorsunuz..
Biliyorum
siz daha iyi bilirsiniz dini hepimizden…
Ramazan, arınma ayıdır, tüm
kötülüklerden, nefretten…
Arınabilir mi ruhlarınız nefretten? Arınabilir mi vicdanınız yüklerinden? Sadece kendinize verebilir misiniz cevabini?