1 Temmuz 2013 Pazartesi

Pardon, tanışıyor muyuz?


Aynı masada saatlerdir oturup da, karşınızdakinin size bir yerlerden tanıdık gelmesi gibi 
bu tanışma…

„Bana hiç yabancı gelmediniz, pardon tanışıyor muyuz?“

29 Haziran 2013 Cumartesi

Evlatlarını yiyen Satürn


Satürn, Roma mitolojisinde, tanrıların tanrısı... Elinde asası, dediğim dedik, astığım kestik. Güç onda …
Goya, "Cocuklarini Yiyen Saturn"
İktidarının keyfini sürerken, birgün kulağına, oğlunun tahtını elinden alacağı fısıltısı ulaşır. O andan itibaren krallığında doğan oğullara gün yüzü yoktur, tüm oğullarını yemeye başlar, artık herbiri kendine karşı tehdittir, acımasızca yutar yok eder…Ta ki Jüpiter’e kadar..O’nu annesi her nasılsa saklamayı başarmıştır.

23 Haziran 2013 Pazar

Karanfil




Karanfil…Onca zerafetin, güzelligin ve narinliginle nasil bu derece güclü, emin ve bas egmez olup, korkusu olabiliyorsun bazilarinin…Sen degil misin hic korkmadan namlularin tepesine cikip diktatörleri deviren, devrim yapan, sonra hic bir sey olmamis gibi ordan bir sevgilinin yakasina ilisiveren.. Adini, sevgilere, sevgililere yazdiran, Unutmayis’in diger adi karanfil…

Ne manidardir Melih Cevdet’in siiri..

ANI

17 Haziran 2013 Pazartesi

Direniş değil Diriliş


Bir Direniş, kendi içinden, ya kendi liderini yaratmalıdır adı  Devrim olsun ya da kendine akıcak bir yol bulmalıdır başarıya ulaşsın, aksi halde bu hareket sadece  başkaldırı olarak alacaktir tarihteki yerini.
Ve şu anda ne bu ayağa kalkışın, direnişin içinde bir lider sivriliyor ne de muhalefet kendi içinde toparlanıp bir lider yaratıyor. Muhalefet bir kenarda dursun, aslında onlarinda bir Devrim yapma amaci yok bu yolda.

Devrim de gerekmiyor. Zira „Devrim“, tarihin yazdığı en büyük devrimci tarafından yapıldı  bu ülkede, maksat devam ettirebilmekti arkasından gelenlerce… sonuç malum, yalpalıyor o gün bu gündür.

Ama bu „Direniş“ „Diriliş“e çevrilir ve Cumhuriyetin kuruluşundan beri sürekli kesintiye uğrayan Demokrasimiz adına, daha emin ve ciddi adımlar atılmaya başlanırsa işte o zaman Devrim de amacına ulaşmış olur.. Ve Direnis de..

16 Haziran 2013 Pazar

Cinnet Durumu

Bir ülke cinnet geçiriyor, Çünkü „bir hastalık“ dolaşıyor ortada… Ve bu hastalık ortaya çıktı mı, etrafında yaşayan her şeye değmeye başlıyor, bulaşıcı gibi, salgın gibi…

Teşhis son derece net: Beynin ön lobunun işlevini sağlıklı yerine getirememesi hali!

Bu, otokontrol ve duygusal farkındalık yetilerinin yok olma hali; üzüntü, pişmanlık, suçluluk, sevgi, korku duymuyor yani… ilk ve en önemli belirtileri.

4 Haziran 2013 Salı

Hepimiz bir Ağaciz


22 yasında, „ölsem de dönmem bu yoldan derken“ "Boşver sen mi kurtarıcan ülkeyi" dediler ona, hep başkalarının kendileri için birşey yapmasını bekleyenler… Evet "O" kurtarıcak bu ülkeyi.
O ve O’nun gibi bir ağaca sevdalananlar…
"bir ağaç uğruna“ .. „bir fidan uğruna“ yola çıkanlar…

31 Mayıs 2013 Cuma

Dağ başını duman almış...


Herşeyimizi alıyorlar elimizden.

Yavaş yavaş değil, ivedilikle… herşey birbirinin ardına sıralanıyor. Neyi kaybettiğimizi düşünürken, başka bir şey daha yitirilmiş oluyor.

Nasıl bu hale gelindi diye soruyor herkes… Ama bugünlere gelişimizi kendimiz hazırladık. Kendi aymazlığımızla, tarih bilgisi yoksunluğumuzla ve dolayısıyla ders alamayışımızla, rahat düşkünlüğümüzle ve dolayısıyla akıl ve beden tembelliğimizle  geldik.

26 Mayıs 2013 Pazar

Mutlu bir pazar dilegi








 Bugünün cafe misafiri Shirley MacLaine ...

Yapılmaya değer tek yolculuk olan, kişinin kendi iç dünyasında gerçekleştireceği yolculuğu ben yaptım ve bunun karşılığını aldım. Bu yolculuk aracılığıyla herkesin kendi HAYAT'ı ve GERÇEK'i olduğunu öğrendim. Hayat, tek başına bir anlam taşımaz. Ona gerçekten anlam kazandıran bizleriz. Gerçeği kendi öz benliğimizden ayrı düşünemeyiz. Her an kendi gerçeğimizi yaratmaktayız. Benim için bu gerçek de, tam bir özgürlük ve sorumlulukla sağlanabilir.







(Shirley MacLaine kizi Sachi Parker ile evinde, fotograf Allan Grant, 1959.)





 

24 Mayıs 2013 Cuma

Viyana’nın muslukları


Evet, komik bir başlık oldu biliyorum..ama açıklıyacağım..

Viyana’nın musluklarından –öncelikle- su akar.. „başka ne akıcaktı ki“ cümlenizi duyuyorum, saklamayın..:)
Ama bu su, doyasıya içilesi bir sudur..susadığınızda ağzınızı musluğa dayayıp kana kana, doya doya içeceğiniz, lezzetli, buz gibi bir su…
Taa Romalılar zamanında kaynak sularını kanallarla içme suyu olarak taşımaya başlamışlar burada..Her ne kadar bir ara kesintiye uğramışsa da 1800 lerde artık Viyana’nın su kanalları Alp’lerin tepelerindeki su kaynaklarından evlere doğru bağlanmaya başlamış yavaştan..Ve şimdi, dünyanın en iyi içme sularından birine sahip ender şehirlerden ve aynı zamanda içme suyu güvenliği ve kalitesi anayasal koruma altındaki tek şehir.

19 Mayıs 2013 Pazar

Ruhun kelimeleri, gözler…


İlk fark ettiğimde şaşırmıştım.. Ne tuhaftı, insan ne kadar yaşlanırsa yaşlansın, o bebeklik fotoğrafındaki bakışı asla değişmiyordu. Derinlerde bir yerde, o kocaman kişinin gözlerinde, küçücük halinin gözlerini görüyordum. Oysa, her yeri değişime uğruyordu insanın; boyu posu, kilosu, cildi, saçları,teni ve hatta bazen sesi bile…
Kimi zaman ilk gençlik yıllarında tanıdığınız kişiler senelerin geçidinden sonra bambaşka bir görüntüye bürünür, çıkaramazsınız birden seneler sonra karşılaştığınızda, ama tanıdık gelen bir yer vardır gene de size…Gözler..onlar hemen açık ediverir işte, yılların örttüğünü…

Sanırım gözler bizim en yalansız yanımız, en apaçık ortada olduğumuz halimiz ve saklıyamadığımız hayat bakışımız… Ruhumuzun kendini dışavurum hali, kelimeleri…

13 Mart 2013 Çarşamba

Simdi Haberler...


„Haber“ler geçiyor devamlı elimizin altından, gözümüzün önünden… Gözler görüyor, okuyor, bir tıkla diğerine iletiliyor da,  akılları ne kadar zorluyor, kafalarda ne kadar kalıyor, yüreklere ne kadar değiyor çoğu haber diye düşünüyorum.

İletişim’in, haberleşmenin süratine erişemediğimiz bir çağı sürüyoruz. Haberleşiyor muyuz gerçekten? İletişim çok hızlı, iyi güzel ama iletilen ne bize? Hiç sorguluyor muyuz? Yoksa artık hiç bir şeyin sorgulanmadığı, ne verilirse onun alındığı, marketteki buzdolabından „faydalı ve besleyici“ diye hiç sorgulamadan alıp, eve getirip aileye hazırlanan yemekler gibi mi oldu haber denen şey…? Hiç düşünülüyor mu, „içindekiler“ kısmını hiç okumadan aldığımız hazır paket yiyecekler kadar, içeriğini hiç sorgulamadığımız  "paket" haberlerin de ne kadar zararlı olabileceği…

16 Şubat 2013 Cumartesi

Anneme


Bana hayat verene…Hayat vermek, salt can vermek olaydi, belki de adi hayat vermek olmazdi…

Canima, anneme, gökkusagima, cansuyuma


Daha nice en güzel yillarini hep birlikte yasamak dilegiyle,kutlu olsun yeni yaşın



Bir Kücük Kiz Cocugu

Kücük bir kiz cocugu taniyorum ben
Müzik gibi,… gönle dolan, ice isleyen
Kemanin ninnileriyle büyümüs olmasindan belki
Müzik gibi sarip sarmalayan, iyilestiren

14 Şubat 2013 Perşembe

Aşk dediğin laftır derler, sakin kanma onlara...


Nedir kimyası bilinmez, kime neden aşık oluruz, hesapsız kitapsız aşklar söz konusu olduğunda… Zıt güçler dengesi mi, yoksa öbür yarımız midir aradığımız… Üzerine o kadar çok yazılıp söylenmiş ki… Ama işte, her neyse sebebi, hayatın bize sunduğu en adrenalini, serotonini, çarpıntısı bol, en zamansız yakalandığımız, kimi göklerde gezinip kimi yerlerde süründüğümüz, ama asla bi daha nolur demekten vazgeçmediğimiz en muhteşem duygulardan biri..

Hani;

Pamuk helvayı ısırmak gibi, toz pembe, yumuşacık ve şeker tadında, ağızda eriyen..

Çikolata gibi, karşı konulamaz, baştan çıkaran, hiç doymadığın ve hep aklında, tatlı bir kaçamak hınzırlığında

8 Şubat 2013 Cuma

Kadınsı Şeyler


Geçtiğimiz yaz düşmüştü aklıma…
O gün yaşadığım, hayatın ufacık bir detayı, bir an geçirtiverdi aklımdan bu düşünceyi..“Seviyorum ben kadın olmayı“ dedim…

Sıcaktan bunaldığımız bir yaz günüydü, aslında sıradan her zamanki gibi işte..“vaktin var mı 1 saat boşum var“ dedi telefondaki ses… Hemen o bir saati en iyi şekilde değerlendirmek için buluştuk günün orta yerinde kız arkadaşımla, vakti en iyi değerlendirebilmek için hem bir çırpıda soframızı bahçeye kurarken hem de başlamıştı sohbet çoktan..Sohbetin arasına, masaya getir götürler sırasında dudağa bir de şarkı ilişmişti farkında olmadan… Birazdan etekleri şöyle bir toplayıp bahçe hortumuyla ayaklarımızı çocuk neşesiyle ıslatip, soğuk sarabimizi açtığımızda, geçirmiştim işte içimden…O ufacık zaman dilimini incelikli saatlere çevirebilmek, bir çırpıda bir parça hayatlarımızın içine karşılıklı dalıp çıkabilmek ne keyifli seydi.. sanırım tek kadınların dünyasındaydı bu, aynı anda yeni yapılmış reçelin tarifiyle, çocukların konusunu, yetiştirilmesi gereken faturalarla, karşılaşılan yeni kişinin akıbetini, işteki sıkıntılarla gidilmek istenen tatilin heyecanını, hayallerle gerçekleri, acılarla tatlıları aynı kapta buluşturmak…

İşte o konuşmalar sırasında bir de aklımdan bunlar geçti..Bu „kadınca yaşamayı, kadınca düşünmeyi, kadınca hissetmeyi“ seviyorum ben dedim…

20 Ocak 2013 Pazar

Karsiliksiz Sevenler


Cem, Alara ve Santa...
Küçüktük, sanırım ortaokul zamanlarımızdı, babam tiyatronun kulisinde doğmuş bir tekir yavruyla gelmişti gece eve.. Sanırım bu her gördüğüm yavruyu alıp eve getirme arzusu, sokaktaki tüm kedileri,köpekleri besleme aşkına tutulma hali babamdan geçmiş olmalı bana..Zira o minik tekir de babamın ilk vukuatı değildi, küçüklüğünden beri nice kedi ve köpeği eve taşımış ve babaannemin çatık kasları sonucu tekrar aldığı yere bırakmak durumunda kalmış, ama çoğunu da evin bahçesinde, ödünlükta bir yerlerde büyütmüştü..İşte, bu sefer de evimizin yeni misafiriydi Memiş…